1. (390)- Hadis

Ahnef İbnu Kays anlatıyor:

“Ben Kureyş’ten bir grubla oturuyordum. Oradan Ebu Zerr (radıyallahu anh) geçti. Şöyle diyordu:

“— Mal biriktirenleri, cehennem  ateşinde kızdırılan taşlarla müjdele. Bu kızgın taşlar onların her birinin memelerinin uçlarına konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiklerine konacak, ta meme uçlarından çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar” dedi. Bu konuşmayı dinleyenler başlarını indirdiler. Onlardan hiçbirinin bu adama cevap verdiğini görmedim. Bunun üzerine adam dönüp gitti. Ben de peşinden onu takip ettim. Nihayet bir direğin dibine oturdu.

— Bu adamların, senin kendisine söylediklerinden hoşlanmadıklarını görüyorum, dedim. Şu cevabı verdi:

— Bunların hakikaten hiçbir şeye aklı ermiyor. Dostum Ebu’l-Kâsım (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde beni çağırdı. Yanına varınca bana:

— Uhud’u görüyormusun? dedi.

— Evet görüyorum dedim. Bunun üzerine:

— Bunun kadar altınım olmasını istemem, (olsaydı) üç dinar  müstesna hepsini infak ederdim, buyurdu. Ebu Zerr (radıyallahu anh) önceki sözünü te’kiden:

— Bu (Kureyşliler var ya) dünyayı topluyorlar hiçbir şeye akılları ermiyor, dedi.

Ben:

— Seninle bu Kureyşli kardeşlerinin arasında ne var ki, onların yanına uğramıyor, onlardan birşey almıyorsun? dedim.

Ebu Zerr:

— Hayır! Rabbine yemin ederim, taa Allah ve Resûlüne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne dünyalık  isterim ne  de kendilerine din nâmına bir şey sorarım, dedi. Ben tekrar:

— Şu ihsan meselesi hakkında ne dersin? dedim.

— Sen onu al. Çünkü, bugün onda bir nafaka var. Ancak, bu ihsan dinin karşılığında yapılırsa, bırak alma, dedi.

عن الأحنف بن قيس قال: [كُنتُ في نفرٍ منْ قُريْشٍ فمَرَّ أبُو ذَرٍّ رضِىَ اللهُ عنهُ وهو يقولُ: بَشِّرِ الْكَانزِينَ بِرَضفٍ يُحْمَى عَلَيْهِمْ في نَارِ جَهَنَّمَ فَيُوضَعُ عَلَى حَلَمَةِ ثدْى أحَدِهِمْ حتَّى يَخْرُجَ مِنْ نُغْضِ كَتِفِهِ، وَيُوضَعُ عَلَى نُغْضِ كَتِفِهِ حَتَّى يَخْرُجَ مِنْ حَلَمَةِ ثَدْيِهِ يَتَزَلْزَلُ؛ فَوَضَعَ الْقَوْمُ رُؤُسَهُمْ فمَا رَأَيْتُ أحَداً مِنْهُمْ رَجَّعَ إلَيْهِ شَيْئاً، فأدْبَرَ فَاتَّبَعْتُهُ حتَّى جَلسَ إلى سَارِيَة فَقُلْتُ: ما رَأَيْتُ هٰؤُلآءِ إلاَّ كَرِهُوا مَا قُلْتُ لَهُمْ. فقَالَ: إنَّ هٰؤُلآءِ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً؛ إنَّ خَلِيلِى أبَا الْقَاسِمِ ﷺ دَعانِى فأجَبْتُهُ فقَالَ: أتَرَى أُحُداً؟ فقلتُ أَرَاهُ؛ فقَالَ: ما يَسُرُّنِى أنَّ لِى مِثْلَهُ ذَهَباً أُنْفِقُهُ كُلَّهُ إلاَّ ثَلاَثَةَ دَنَانِيرَ، ثُمَّ هٰؤُلآءِ يَجْمَعُونَ الدُّنْيَا لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً. قُلْتُ: مَالَكَ وَلإخْوَانِكَ مِنْ قُرَيْشٍ لاَ تَعْتَرِيهِمْ وَتُصِيبُ مِنْهُمْ؟ قَالَ لاَ؛ وَرَبِّكَ لاَ أسْأَلُهُمْ عَنْ دُنْيَا وَلاَ أسْتَفْتِيهِمْ عَنْ دِينٍ حتَّى ألْحَقَ بِاللهِ وََرَسُولِهِ. قَالَ قُلْتُ: مَا تَقُولُ في هذَا الْعَطاءِ؟ قَالَ خُذْهُ: فَإنَّ فِيهِ الْيَوْمَ مَعْونةً، فَإذَا كَانَ ثَمَناً لِدِينِكَ فَدَعْهُ]. أخرجه الشيخان

Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 34. (992).

Yukarıdaki rivayet Ebu Zerr Gıfarî hazretlerinin mizacına muvafık bir mahiyet arzeder. Ebu Zerr hazretleri (radıyallahu anh) Ashab arasında son derece zâhid bir zattır. Onun nazarında dünya servetlerinin, tereffühün hiçbir  değeri yoktur. Mal biriktirmek, lüks, debdebe ona göre haramdır. Onun, zühd mesleğindeki ifratı sebebiyle Ashab’ın büyük çoğunluğundan ayrılarak, ümmetin çoğunluğuna tavsiye edilmeyecek hususî bir yolda gitmiş olduğunu ayrıca belirteceğiz.
Nevevî hazretleri, yukarıdaki rivayette Ebu Zerr (radıyallahu anh)’in kendi mezhbine delil bulduğunu söyler. Çünkü ona göre, ihtiyaçtan fazla mal biriktirmek, Kur’ân’da haram olduğu belirtilen kenz’dir. Halbuki ümmetin sevkedileceği cadde-i kübra cumhurun yoludur. Cumhru-u ulema ise zekatı verilen malı kenz kabul etmez, helal addeder. Ashabtan pekçoğu ticaretle meşgul olup büyük sermaye biriktirmiştir. Ama onlar zekatını verince buna kenz dememişlerdir, haram addetmemişlerdir.
Kadı İyaz, Ebu Zerr’in tutumunu şöyle yorumlar: “Sahih olan şudur ki, Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh)’in inkâr ettiği husus, Beytü’l-Mal’den kendileri için mal alıp bunları yerli yerine harcamayan sultanlarla ilgilidir.”
Nevevî haklı olarak buna katılmaz ve bu yorumun yanlış olduğunu söyler. “Çünkü der, Ebu Zerr (radıyallahu anh) zamanındaki sultanlar onun dediği gibi değillerdi. Onların Beytü’l-Mâl’e ihanetleri yoktu. Onlar Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüm ecmain) idiler. Nitekim Ebu Zerr (radıyallahu anh) Hz. Osman’ın sağlığında 32 hicrî yılında vefat etmiştir.”
Bu meseleyi, Ashâbın arasında mevcut diğer ihtilâflı mes’elelerden biri gibi görmek en uygundur. Onların hepsi ayet ve hadisleri yorumlamada, ictihad yapmada yetki sâhibidirler. İsabet de edebilirler hata da. İsabetin mi’yarı çoğunluğun tercihidir. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ümmetin dalâlet üzerinde ittifak etmeyeceğini müjdelemiştir. Dolayısıyla, Ebu Zerr (radıyallahu anh)’in görüşünü tercih ve iltizam ederiz.
Zamanımızda bir kısım Müslümanlar, Ebû Zerr hazretlerinin para ve lüks karşısındaki tutumunu, kendi siyasî görüşlerine uygun bularak, diğer sahâbeleri alçaltıcı bir tavırla, Ebu Zerr (radıyallahu anh)’i tebcîl cihetine gidiyorlar. Mâkul ve İslâmî bulmadığımızı belirtmek isteriz. Ehl-i Sünnet, Ashabtan hiçbirine küçültücü tavır takınmayı tasvib etmez. Böylesi bir ayırım gulat-ı Şia’nın işidir.


3. (392)- Hadis

Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kâbe’nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce: “Kâbe’nin Rabbine kasem olsun onlar zararda” buyurdu. Ben:

— Ey Allah’ın Resûlü, annem babam sana feda olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki:

— “Onlar malca çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesna” dedi ve hemen ilâve etti:

— “Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her insan kıyamet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp, sırayla boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muameleyi yapınca birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecek.”

وعن أبى ذرّ رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [أتَيْتُ إلى رَسُولِ اللهِ ﷺ وَهُوَ جَالِسٌ في ظِلِّ الْكَعْبَةِ فَلَمَّا رَآنِى قَالَ: هُمُ الأخْسَرُونَ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ. قُلْتُ: يَارَسُولَ اللهِ ﷺ فِدَاكَ أبِى وَأمِّى؛ مَنْ هُمْ؟ قَالَ: هُمْ الأكْثَرُونَ أمْوَالاً إلاَّ مَنْ قَالَ هكَذَا وَهَكذَا وهكَذَا ثَلاَثَ مَرَّاتٍ مِنْ بَيْنَ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ وَعَنْ يَمِينِهِ وَعَنْ شِمَالِهِ، وَقَلِيلٌ مَاهُمْ. مَا مِنْ صَاحِبِ إبلٍ وَلاَ بَقرٍ وَلاَ غَنَمٍ لاَ يُؤَدّى زَكَاتهَا إلاَّ جَاءَتْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أعْظَمَ مَا كَانَتْ وَأسْمَنَهُ تَنْطحُهُ بِقُرُونِهَا وَتَطَؤُهُ بِأظْلاَفِهَا كُلَّمَا نَفَدتْ أُخْرَاهَا عَادَتْ عَلَيْهِ أُولاَها حَتَّى يُقْضِى بَيْنَ النَّاسِ]. أخرجه الخمسة إلا أبا داود، واللفظ لمسلم

Müslim, Zekât, 301, (590); Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, (617); Nesâî, Zekât 2, (5, 10-11).

Nevevî bu hadisten şu hükümlerin çıkarıldığını belirtir:
1- Sadaka hayır olan her şeyde câridir, iyiliğin tek şubesine münhasır değildir. Hadis, sadakanın her çeşidine teşvik etmektedir.
2- Yemin teklif edilmeden yemin etmek câizdir, hatta bunda, bir emrin te’kidi veya bir maksadın tahakkuku gibi herhangi bir maslahat varsa müstehabdır. Keza, meselede ihtiyârîliği, câiz olma durumunu nefyetmek için de yemin etmek gerekebilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in hadislerinde bu maksadla yapılan yemin çoktur.
3— Yeri gelince “Annembabam sana feda olsun!” cümlesini kullanmak câizdir.
4— Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in eliyle arka -ön, sağsol cihetlerine işaret buyurması, mühim bir harcama ihtiyacı hangi maksadla çıkarsa, nereden gelirse derhal infak etmek gereğine işarettir.


4. (393)- Hadis

İbnu Ömer anlatıyor:

“Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hitab ederek şöyle buyurdular: “Sıkılık huyundan kaçının. Zira sizden önce gelip geçenler bu huy yüzünden helâk oldular. Şöyle ki: Bu huy onlara cimrilik emretti, onlar hemen cimrileşiverdiler, sıla-ı rahmi kesmelerini emretti, hemen sıla-ı rahmi kestiler, doğru yoldan çıkmayı (fücur) emretti, hemen doğru yoldan çıktılar.”

وعن ابن عمر رضِىَ اللهُ عنهُما قال: [خَطَبَ رسولُ الله ﷺ فقالَ: إيَّاكُمْ والشُّحَّ فإنَّمَا هلكَ مَنْ كانَ قَبلَكُمْ بِالشُّحِّ، أمَرَهُمْ فَبَخِلُوا، وَأمرَهُمْ بِالْفُجُورِ فَفَجَرُوا]. أخرجه أبو داود .

Ebû Dâvud, Zekât 46, (1698). H.

Sıkılık diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı “şuhh”dur. Cimriliği de içine alan bir huyu ifade eder. Bu huy, pek çok fenalıkların kaynağı durumunda olan bencilliğe benzetilebilir. Nitekim bencil insan, maddî mânevî her imkânı kendi kaprislerini tatmine sarfederek pekçok beşerî müesseseleri yıkar, sosyal bağları koparır. Sözgelimi sıla-i rahm, yakınlara ilgiyi, hediyeleşmeyi, ihtiyaç sahibine yardımı gerektirir. Bencillikle cimrileşen bunları kaldırır atar.
Fücuru bazı âlimler “yalan”, bazı âlimler “zina” olarak anlamışlar, biz “doğruluktan ayrılma”  diye tercüme ettik. Demek ki, insan sıkılığa, bencilliğe düştü mü, nefsin hâris hissiyatını tatmin yolunda pekçok fenalıkların kapısını açmış, birçok hayır kapılarını da kapamış olmaktadır.


5. (394)- Hadis

Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki haslet vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk.”

وعن أبى سعيد الخدري رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [قال رسولُ الله ﷺ: خَصْلَتَانِ لاَ تَجْتَمِعاَنِ في مُؤْمِنٍ: الْبُخْلُ، وَسُوءُ الخُلْقِ]. أخرجه الترمذى

Tirmizî, Bir 41, (1963). H.

Hadis-i şerif, bu iki vasfın mü’minde beraberce bulunmaması gereğini ifade etmektedir. Türbüştî’nin açıklamasına göre, bu hadisten murad, mezkur iki huyun kâmil seviyede güçlenmiş olarak bir araya gelmeleridir. Öyle ki kişi ondan bir an olsun kendini kurtaramaz. Her an bu huylar kişide mevcuttur ve kişinin bunlardan bir rahatsızlığı, bir şikâyeti de yoktur. Bilakis râzıdır.
Öyle insanlar var ki bazan cimrilik edip, ara sıra kötülük işler sonra da pişman olup üzülür, veya nefsi bir kısım cimrilik ve ahlâksızlıklara çağırdığı halde vicdânı ve sağduyusu buna karşı koyar ve bir iç mücâdelesine girer. Şu halde bu durumda olan kimse hadisin tahdidine dâhil değildir. Her mü’minin bu hallerle imtihan edildiği söylenebilir. Resûlllah (aleyhissalâtu vesselâm), müminleri cimriliği prensip olarak benimseme kötü huyuna karşı uyarmaktadır.


6. (395)- Hadis

Ka’b İbnu İyâz (radıyallahu anh) anlatıyor;

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şöyle derken işittim: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.”

وعن كعب بن عياضٍ رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [سَمِعْتُ رسولَ اللهِ ﷺ يَقُولُ: إنَّ لِكُلِّ أمَّةٍ فِتْنَةً، وَإنَّ فِتْنَةَ أمَّتِِى الْمَالُ]. أخرجه الترمذى وصححه

Tirmizî, Zühd 26, (2337).

Tirmizî’nin sahih olduğunu belirttiği bu hadisle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) “mal” konusuna dikkat çekmiştir. Şârihler, hadiste geçen “fitne’yi dalâlet ve masiyet, yan sapıtma ve Hakk’a isyan olarak anlarlar. Yani bu ümmeti hak yoldan ayıracak, İslâm’dan uzaklaştıracak en mühim âmil “madde ve mal” olmaktadır. İslâm düşmanı gizli ve açık komitelerin, mahallî ve beynelmilel teşkilatların Müslümanları ayartabilmek için en ziyade “madde”ye dayandıklarını müşahede ettikçe, nice yakınlarımızın, bu vatan evlatlarının maddî menfaat sebebiyle dinden koptuklarını gördükçe, “Kâfirler mallarını, Allah’ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir.” (Enfal, 37) âyetinin teyidini görmekle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın benzeri ihbaratında ortaya çıkan gaybtan haber mucizesi karşısında hayranlığımızı ifade etmekten kendimizi alamıyoruz.
Bu ve bundan sonra da göreceğimiz bir kısım hadisler, yanlış yoruma sebep olmamalı. İslâm temelde servete, kuvvete karşı değildir. Bilakis, pekçok hadis Müslümanı kazanmaya teşvik eder. Dinimizin mühim bir parçasını teşkîl eden zekât, sadaka gibi farz ve mendup emirlerin yerine getirilmesi, cihad vazifesinin baraşıyla yürütülmesi hep “mal”a, mal sahibi olmaya bağlıdır. Keza:
“Veren el alan elden üstündür”, “Kuvvetli mü’min, Allah nezdinde zayıf mü’minden daha hayırlı, daha üstün, daha sevgilidir”, “Müttakî olana zenginliğin bir zararı yoktur” gibi hadisler, “(Ey mü’minler!) onlara karşı gücünüzün yettiğince -Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip, sizin bilmediğinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın” (Enfal, 60), gibi âyetler Müslümanı çalışmaya, kuvvetli olmaya teşvik etmektedir.
Öyle ise, “mal” ve “madde”yi kınayan ifadelerin gayesi, bunların, her an uyanık olunmadığı takdirde ahlâki ve dinî hayatımızda sebep olacağı sefahat ve düşüklüklere karşı uyarmaktır.
Unutmayalım ki, bütün terakki ve kalkınma hareketleri yoksulluk ve darlıktan doğduğu halde, duraklama ve gerileme hareketleri de doruk noktasına ulaşan bolluk ve zenginliğin getirdiği rehavet ve sefâhetle başlamaktadır. Bunun en güzel örneği Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in kurduğu İslâm devletidir. Zaman zaman açlıktan düşüp bayılan, açlığını hafifletmek için karınlarına taş bağlayan insanlar, onun temelini atıp, kısa zamanda üç kıtaya uzanan bir devlet hâline getirmişlerdir. Kezâ tarihçiler Osmanlı Devleti’nin duraklamasını Kanunî ile başlatırlar, halbuki, diğer açıdan Kanunî gelişmenin zirvesini temsil eder.
Şu halde Allah elçisi, ezelî ve ebedî hakikatların tebliğçisi olan Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)in “mal” ve “madde” karşısındaki uyarılarına iyi kulak vermek, onları iyi anlamak gerektir:
“Allah’a kasem olsun sizin için fakirlikten (darlıktan) korkmuyorum. Sizin için öncekilere genişleyip (bollaştığı) gibi size de dünyanın genişleyip bollaşmasından, onlar gibi sizin de dünyalık yarışına düşmenizden, dünyalığın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk etmesinden korkuyorum.”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in “mal” karşısındaki tutumunu kavramada şu hadisi görmemiz yeterlidir:
“İnsanlar dünyalık karşısında dört kısımdır: Bir kul vardır, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o bu mal hususunda Allah’tan korkar da onu sıla-ı rahimde harcar, malda mevcut olan Allah’ın hakkını bilir ve yerine getirir. İşte bu en yüce mertebeyi elde eder. Bir diğer kul vardır, Allah ona ilim vermiştir fakat mal vermemiştir, ancak iyi niyet sâhibidir, şöyle der: Eğer malım olsaydı falanca gibi hayır yollarında harcayacaktım. Allah onu niyyetiyle kabûl eder ve ecir yönüyle önceki ile eşit olur.
Bir üçüncü kul vardır, mal sahibidir, ancak Allah ilim vermemiştir, malını şehvet yolunda câhilâne harcar. Ne Rabbinden korkar ne de onunla sıla-i rahimde bulunur. Malda mevcut Allah’ın hakkını da bilmez. Bu en fena bir mertebedir.
Dördüncü bir kimse daha vardır. Allah ona ne mal ne de ilim nasib etmiştir. Ancak, sefihlere gıbta ile: “Eğer param olsaydı der, falanca gibi harcar onun gibi yaşardım.” Bu da niyyeti ile o sefih gibi olur ve günahta eşit olurlar.”


7. (396)- Hadis

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız.”

وعن ابن مسعود رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [قال رسول اللهِ ﷺ لا َتَتَّخِذُوا الضَّيْعَةَ فَتَرْغَبُوا في الدُّنْيَا]. أخرجه الترمذى، «والمراد بالضيعةچ هنا الأرض والزرع

Tirmizî, Zühd 20, (2329).

Çiftlik diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı day’a’dır. Bağbahçe, ekim tarlası,köy mânalarına gelir. en-Nihâye’de, kişinin geçimini sağladığı san’at, ticaret, ziraat vs. her çeşit meşguliyete da’a denebilmektedir. Kamus’ta akar ve işletilen araziye day’a dendiği belirtilir. Hülâsa dünyanın hayatının idamesi için gerekli olan kazanç vasıtalarının hepsini anlamak bile mümkün. Yasaklanan husus, dünyevi kazanç bahanesiyle âhireti, Allah’ın zikrini unutmaktır. Çünkü dünyaya aşırı ilgi, öbürüne mâni olmaktadır. Halbuki ayet-i kerime: “(Öyle adamlar) vardır ki onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoymaz…” (Nur, 37), buyurmaktadır.


8. (397)- Hadis

Abdullah İbnu’ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Elhâkümü’ttekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: “İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdem-oğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.”

وعن عبدالله بن الشخير رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [أتَيْتُ رسولَ الله ﷺ وَهُوَ يَقْرأُ ألْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ. فقالَ: يَقُولُ ابْنُ آدَمَ مَالِى؛ وَهَلْ لَكَ يَا ابنَ آدَمَ مِنْ مَالِكَ إلاَّ مَا أَكَلْتَ فَأفْنَيْتَ، أوْ لَبِسْتَ فَأبْلَيْتَ، أوْ تَصَدَّقْتَ فَأمْضَيْتَ؟]. أخرجه مسلم والترمذى والنسائى

Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesâî, Vesâya 1 (6, 238); Tirmizî, Tefsîr, Tekâsür, (3351).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


9. (398)- Hadis

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle söyledi: “Altına tapanlar mel’undur, gümüşe tapanlar mel’undur.”

وعن ابى هريرة رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [قال رسولُ الله ﷺ: لُعِنَ عَبْدُ الدِّينَارِ، لُعِنَ عَبْدُ الدِّرْهَمِ]. أخرجه الترمذى

Tirmizî, Zühd 42, (2376).

Hadis-i şerif para biriktirmekte hırs gösterenleri lanetlemektedir. Meşru olarak kazanmanın helâl olduğunu daha önce (395 numaralı hadiste) belirtmiştik. Yasağın şiddetini ifade için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hem lânet olsun, yani “Allah’ın rahmetinden uzak olsun”  diyerek, hem de bu işi yapanları “altın ve gümüşe tapanlar” diye tehzil edici bir teşbihte bulunarak yapmıştır.
Para kazanmada gayr-ı meşruluğun ölçüsü, “hırs”tır. Yani paraya aşırı bir hırs gösterip haramhelal demeden sâdece kazanmayı düşünen, zekâtını vermeden, hayır yolunda harcamadan sadece çoğaltmayı düşünen kimse paraya tapıyor demektir. Zira mükerrer âyet ve hadisler mü’mini Allah ve Resûlü (radıyallahu anh)’nün sevgisini her çeşit sevgiden üstün tutmaya dâvetle bunu emrederler. Hatta bir hadislerinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Din sevgi ve buğzdan başka birşey değildir” buyurur. Şu halde para sevgisi Allah sevgisinden öne geçti mi, bu ona tapmadır. Para kazanma meşgaleleri yüzünden ibadeti terketmek, kazanılan paranın zekâtını tam olarak gönül hoşluğuyla ödememek gibi durumlar para sevgisinin Allah ve Resulüne olan sevgiye galebe çadığını gösterir.
Şârihler, hadiste “altın ve gümüşe sahip olanlar” veya “cem edenler”in zikredilmemiş olmalarına dikkat çekerler, çünkü, belirttiğimiz gibi suç olan “para kazanmak” değildir, “tapınmaya düşmek”dir, para sebebiyle Allah’ı unutmak, tuğyan etmektir.
Hadiste “altın” ve “gümüş”ün zikri, dünyevî serveti bunlar temsil ettiği içindir. Değilse, her çeşit madde düşkünlüğü buna dâhildir. Nitekim günümüzde dolar, apartman dairesi, arsa, fabrika vs. düşkünleri çoğalmaktadır.


10. (399)- Hadis

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde, “Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?” diye sordu. Cemaat: “Ey Allah’ın Resûlü, içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever” dediler. Bunun üzerine: “Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır.”

وعن ابن مسعود رضِىَ اللهُ عنهُ قال: [قال رسولُ اللهِ ﷺ: أَيُّكُمْ مَالُ وَارِثِهِ أحَبُّ إلَيْهِ مِنْ مَالِهِ؟ قَالُوا يَا رسُولَ اللهِ: مَا مِنَّا أحَدٌ إلاَّ مَالُهُ مَا أحَبُّ إلَيْهِ مِنْ مَالِ وَارِثِهِ، قَالَ: فإنَّ مَالَهُ قَدَّمَ، وَمَالُ وَارِثِهِ أخَّرَ]. أخرجه البخارى والنسائى

Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1, (6, 237-238).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz


11. (400)- Hadis

Ebû Vâil anlatıyor:

“Hz. Muâviye (radıyallahu anh) bir gün Ebu Hâşim İbnu Utbe’ye uğradı. Maksadı geçmiş olsun ziyaretinde bulunmaktı, çünkü Ebu Hâşim hastaydı. Yanına varınca ağlar buldu. “Ey dayıcığım niye ağlıorsun? Dayanamadığın bir ağrı veya dünyaya karşı bir hırs mı seni  böyle ağlatıyor?” diye sordu. Ebu Vâil:

— Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizden bir söz almıştı, onu tutamadım (bu sebeple ağlıyorum) dedi. Hz. Muâviye:

— Neydi o? diye sordu.

— Ben, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şöyle söylerken dinlemiştim: “Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir.” Halbuki bugün

Rezîn merhum şu ilâvede bulundu: “Ebu Hâşim rahmet-i Rahmân’a kavuştuğu zaman, geride bıraktığı serveti hesapladı, hepsi otuz dirhem kadardı.” (Bu ziyadenin kaynağı bulunamamıştır.)

وعن أبى وائل قال: [جَاءَ مُعَاويَةُ إلى أبِى هَاشم بْنِ عُتْبَةَ وَهُوَ مَرِيضٌ يَعُودُهُ فَوَجَدَهُ يَبْكِى فقالَ: يَاخَالُ مَا يُبْكِيكَ؟ أوَجَعٌ يُشْئِزُكَ: أمْ حِرْصٌ عَلَى الدُّنْيَا؟ قالَ كَلاَّ، وَلكِنْ رَسُولُ اللهِ ﷺ عَهِدَ إلَيْنَا عَهْداً لَمْ آخُذْ بِهِ. قالَ وَمَا ذَاكَ: قالَ سَمِعْتُهُ يَقُولُ: إنَّمَا يَكْفِى أحَدَكُمْ مِنْ جَمْعِ الْمَالِ خَادِمٌ وَمَرْكَبٌ في سَبِيلِ اللهِ تعالى. وَأجِدُنِى الْيَوْمَ قَدْ جَمَعْتُ]. أجرجه الترمذى والنسائى. وزاد رزين رحمه الله تعالى قال: فلمَّا مَاتَ حُصِّلَ مَا خَلّفَ فَبَلغَ ثَلاَثِينَ دِرْهَماً. «يشئزُكَچ أي يقلقك

ben kendimi bundan daha çok mal toplamış görüyorum. Tirmizî, Zühd 19, (2328); Nesâî, Zînet 119, (8, 218-219); İbnu Mâce, Zühd 1, (4103).

Hadis Açıklamasını Buraya Giriniz