11-Hz. Peygamber’in Evs ile Hazrec’i İslâm’a Davet Etmesi
– Hz. Ali, Ensar’ın faziletlerinden bahsederken şöyle dedi: “Ensarı sevmeyen mümin değildir! Onların haklarını bilmeyen mümin değildir. Allah’a yemin ederim ki onlar, at yavrusunun itina ile beslenildiği gibi kılıçlarıyla, dilleriyle ve cömertlikleriyle İslâm’ı yücelttiler”. Hz. Peygamber hac mevsimlerinde çıkıp Arap kabilelerini Allah’ın dinine davet ediyordu. Onlardan hiçbiri Hz. Peygamber’e ‘evet’ demedi ve onun davetini kabul etmedi. O Mecenne, Ukkaz panayırlarında, Mina’da kabilelerin bulundukları yerlere gidiyor, onlarla yüzyüze geliyordu. Bunu her sene tekrarlıyordu. Hatta bazı kabileler kendisine şöyle diyordu: “Artık bizden ümidini kesecek vakit gelmedi mi?” Bu da Hz. Peygamber’in onlara çokça giderek “Beni koruyunuz ki Allah’ın dinini tebliğ edeyim” demesinden ileri geliyordu. Bu durum Ensar’dan bir kabilenin Allah’ın iradesine mazhar olmasına kadar devam etti. Hz. Peygamber Ensar’a İslâm’ı arzetti. Onlar kabul ettiler ve bu hususta süratle hareket ettiler, Hz. Peygamber’i bağırlarına bastılar, yardım ettiler ve sıkıntılarını gidermeye çalıştılar. Allah onlara hayırlı mükâfatlar versin! Biz onların memleketine vardık. Onlarla beraber evlerinde kaldık. Onlar bizi misafir etmek için bazan kavga bile ederlerdi. Hatta bizim için kura bile çekiyorlardı. Öyle ki daha sonraları biz onların mallarında tasarruf etmek hususunda onlardan daha yetkili kılındık. Bundan dolayı da hiç rahatsız olmadılar. Sonra nefislerini peygamberlerinin uğruna feda ettiler. Salât ve selâm Hz. Peygamber’le beraber onların üzerine olsun!(1)
– Hz. Peygamber, Mekke’de kaldıkça kabileleri Allah’ın dinine davet ediyor ve buna mukabil eziyet görüyordu ve sövgülere düçar oluyordu. Nihayet Allah Teâlâ Ensar’dan olan bu kabileye hayrı irade etti. Böylece Rasûlü Ekrem Akabe’de (Akabe, Mina’da bir yerin adıdır) onlarla bir araya geldi. Onlar başlarını traş ediyorlardı.
Ravi diyor ki: Ümmü Sa’d’a sordum: “Ey anneciğim! Onlar kimlerdi?” “Bunlar altı veya yedi Medineli idi. Üçü Beni Neccar’dandı: Es’ad b. Zürare ve Afran’ın iki oğlu!” dedi ve fakat diğerlerinin ismini söylemedi. Hz. Peygamber onların yanına oturdu.
Onları Allah’a davet etti. Onlara Kur’an okudu. Onlar da Allah’a ve onun Rasûlü’ne icabet ettiler. Ertesi sene geldiler, bu birinci Akabe’dir. Sonra ikinci Akabe oldu. Ben Ümmü Saad’a sordum: ‘Hz. peygamber, peygamber olduktan sonra Mekke’de kaç sene kaldı?’
Dedi ki: ‘Sen Ebî Sirma Kays b. Ebî Enes’in şiirini işitmedin mi?’ Ben işitmediğimi söyleyince, Ümmü Sa’d bana şu şiiri okudu:
Kureyş’in içerisinde on küsür sene kaldı. Allah’ı hatırlatıyordu. Keşke yardımcı bir dosta rastlasaydı.
Yardımcı bir dosta rastladığı zaman ise ona, Allah’ı hatırlatıyordu!(2)
Ümmü Sa’d bu şiirlerin tamamını okumuştur. Nitekim bu şiirler ileride ‘Yardım’ konusunda İbn Abbas’ın hadisinin bir parçası olarak zikredilecektir.
– Müşrikler Rasûlullah’a şiddetle saldırdıklarında Hz. Peygamber, amcası Abbas b. Abdulmuttalib’e ‘Amca! Allah dinine öyle bir kavimle yardım edecektir ki onların gözünde Allah için Kureyş’in zilleti çok kolay görülecektir. Beni, Ukkaz’a götür. Bana Arap kabilelerinin konakladıkları yerleri göster de onları Allah’a davet edebileyim. Beni korusunlar ki Allah’ın bana emrettiklerini tebliğ edebileyim’. Hz. Abbas ‘Ey kardeşimin oğlu! Beraber Ukkaz’a gidelim. Sana kabilelerin konak yerlerini göstereyim’ dedi. Böylece Hz. Peygamber Sakif kabilesinden başlayarak aynı yıl bütün kabileleri teker teker gezdi. Birinden çıkıp ötekine gidiyordu. Ertesi yıl -ki bu da Allah’ın, davetini (İslâm dinini) ilan etmesini emrettiği yıldır- Hz. Peygamber Hazrec ve Evsli altı kişiyle bir araya geldi. Onlar şu kişilerdi: Es’ad b. Zürare, Ebu Heysemî Teyyihan, Abdullah b. Revaha, Sa’d b. Rebî, Numan b. Harise, Ubade b. Sâmit!
Hz. Peygamber, Mina günlerinde geceleyin Cemret’ul-Akabe yanında onlarla bir araya geldi. Onlarla oturdu, kendilerini Allah’a, Allah’a ibadete, nebi ve rasûllerini tebliğ ile görevlendirdiği dine yardıma davet etti. Onlar Hz. Peygamber’den Allah’ın kendisine vahyettiğini arzetmesini istediler. Hz. Peygamber, İbrahim suresini 35. ayetten surenin sonuna kadar okudu. Onların kalpleri titredi. Bunu dinlediklerinde hemen Allah’a itaat ve peygambere icabet ettiler. Abbas b. Abdulmuttalib, Hz. Peygamber onlarla konuşurken yanlarından geçti. Hz. Peygamber’in sesini tanıdı ve ‘Ey kardeşimin oğlu! Bu senin yanındakiler kimler?’ diye sordu. Hz. Peygamber “Ey amca! Bunlar Yesrib (Medine) ehlidirler. Evs ve Hazrec kabilesindendirler. Onları daha önce Arap kabilelerini davet ettiğim gibi İslâm’a davet ettim.
Bana icabet ederek beni tasdik ettiler. Bana beni memleketlerine götürebileceklerini söylediler” dedi. Böylece Abbas b. Abdulmuttalib devesinden indi ve devenin ayağını bağladı. Sonra da onlara şöyle dedi: “Ey Evs ve Hazrec topluluğu! Bu zat benim kardeşimin oğludur. Nezdimde insanların en sevimlisidir. Eğer siz onu tasdik etmiş, ona iman etmişseniz, onu beraberinizde götürmek isterseniz, arzu ederim ki sizden bu hususta kalbimi tatmin edecek bir va’d alayım ki onu orada yardımsız bırakmayasınız ve onu kandırmayasınız. Biliyorum ki sizin komşularınız yahudilerdir. Yahudiler de onun düşmanıdırlar. Yahudilerin hilelerinden emin değilim”.
Bunun üzerine Hz. Abbas’ın ithamlarını ağır bulan Esad b. Zürare “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana izin ver, senin kalbini kırmayacak şekilde ona cevab vereyim. Senin hoşuna gitmeyecek birşey söylemeyeceğim. Ancak sana icabet ettiğimizi tasdik ederek sana iman etmek hususunda birşeyler söyleyeceğim” dedi. Hz. Peygamber de “İtham etmeksizin ona cevab verebilirsin” dedi. Es’ad b. Zürare Hz. Peygamber’e dönerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Her davetin bir yolu vardır: İster yumuşak, ister şiddetli olsun. Sen bugün halkın hoşuna gitmeyen, insanlara ürkütücü görünen bir yola davet ettin. Bizi dinimizi terketmeye, dininin üzerine sana tâbi olmaya davet ettin. Bu çok zor bir iştir. Sana bu hususta icabet ettik, uyduk. Sen bizim insanlarla aramızdaki komşuluğu, uzak ve yakın akrabalığı kesmeye davet ettin. Bu da zor bir iştir. Burada da sana icabet ettik. Biz korunmuş ve hiç kimsenin tamahına imkân vermeyen bir cemaat olduğumuz halde, bize bizim dışımızdan bir kişinin baş olmasını istedin. Oysa o kişiyi kavmi terketmiştir. Amcaları bile onu kavmi ile başbaşa bırakmıştır. Bu da çok zor bir iştir. Bu hususta da sana icabet ettik, uyduk. Bütün bu işler insanlar nezdinde zor ve hoşa gitmeyen şeylerdir. Ancak Allah kimin doğru yolda olmasını istiyorsa ve bu işlerin neticesinde kim hayrı arıyorsa tüm bunlar onlara kolay gelir. Biz herşeyimizle sana icabet ettik, senin getirdiğine iman ettik, kalbimizde yerleşen bir marifeti tasdik ettik. Bu hususta sana biat ediyoruz. Rabbimize ve senin Rabbine biat ediyoruz. Allah’ın eli ellerimizin üstündedir. Bizim kanlarımız senin kanının önündedir. Ellerimiz senin ellerinin altındadır. Biz kendi nefsimizi, çocuklarımızı ve hanımlarımızı nelerden korursak seni de onlardan koruruz. Eğer bu va’dleri yerine getirirsek bunu Allah için yapmış oluruz. Eğer hile yaparsak bunu da Allah’a yapmış oluruz. Bundan dolayı da şaki oluruz. Ey Allah’ın Rasûlü! Bu sözlerim samimiyetle söylenmiş sözlerdir. Yardım ancak Allah’tandır”.
Bunları söyledikten sonra Abbas b. Abdulmuttalib’e dönerek şöyle dedi: “Peygamberi müdafaa etmek için bizi itham eden sen! Allah senin bu sözleri hangi maksatla söylediğini daha iyi bilir. Sen onun kardeşinin oğlu ve yanında insanların en sevimlisi olduğunu söylüyorsun. Biz bize yakın ve uzak olanlarla ilişkilerimizi kestik, akrabalarımızı bıraktık. Şehadet ederiz ki o Allah’ın Rasûlü’dür. Onu Allah göndermiştir. O bir yalancı değildir. Onun getirdiği ise beşer kelâmına benzemez. Senin ‘Ben onunla ilgili sizden va’dler almadıkça tatmin olmam’ sözüne gelince, bu bir istektir. Biz bu isteği hiç kimseden geri çevirmeyiz. Kaldı ki o kişi bunu peygamber için istesin. Bizden bu hususta isteyeceğini iste bakalım!”
Bunu söyledikten sonra dönüp Rasûlullah’a baktı ve Hz. Peygamber’e: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kendin için ne istiyorsan iste! Rabbin için de hangi şartları koşarsan koş!” dedi.(3)